16 MART KATLİAMI’NIN SUÇLULARI YARGILANMAK İSTENMİYOR
Beyazıt Meydanı. 16 Mart 1978. Saat 13.30. Bomba sesi… boşalan namlular: 7 ölü, 60’dan fazla yaralı. Hatice ÖZEN, Baki EKİZ, Cemil SÖNMEZ, Abdullah ŞİMŞEK, Murat KURT, Hamdi AKIL, Turan ÖREN.
70’li yıllarda üniversiteleri, liseleri, mahalleleri, fabrikaları, işyerlerini, köyleri, ilçeleri, kasabaları, illeri, kısacası ülkeyi işgal altına almak isteyen faşizm, 60’lı yıllarda, ABD’nin eğiticiliğindeki kontrgerillanın yönlendirdiği faşist “Komando Kampları”nda eğitilen sivil faşist katilleri emekçi halklarımızın üzerine saldırttı. Resmi faşist güçler ile sivil faşist güçler elbirliği içerisinde, ülkemiz topraklarında yaşayan ulusları ve ezilen milliyetleri sindirmek, pasifize etmek, kısacası sıcak politikanın dışına atmak programını uygulamaya soktular. Üniversiteler, liseler işgal edildi; kahvehaneler faşist üsler haline getirildi; mahallelere giriş-çıkışlar kontrol altına alındı, kimlik kontrolü yapılmaya başlandı; işçi grevlerine saldırıldı, direnişçi işçiler katledildi; faşist katiller devletin bürokratik kademelerinde, emniyet ve ordu güçlerinde kadrolaştırıldı… Faşist terör, günlük yaşamın “doğal” bir parçası haline getirildi.
“Gençliği ele geçiren geleceği eline geçirecektir” felsefesiyle hareket eden faşist sistem, 12 Mart yenilgisini yaşayan sol güçlerin dağınıklığını fırsat bilerek, öğrenci gençliği denetimi altına almaya çalıştı. İstanbul Üniversitesi, onbinlerce öğrencisi ve eğitimdeki yeri nedeniyle faşizmin hedef seçtiği üniversitelerden biriydi. Devletin resmi polis güçlerinin açık desteği altında Beyazıt Meydanı’ndaki “Küllük” ismindeki kahvehaneyi üs haline getiren sivil faşist hareket, Susurluk’ta bütün kimliğiyle açığa çıkıp teşhir olan Abdullah Çatlı ile, bugün MHP İstanbul Milletvekili olarak “kiralık katil” kimliğini gizlemeye çalışan Ülkü Ocakları Derneği (ÜOD) yöneticilerinden Mehmet Gül, ÜOD İstanbul Şube Başkanı Orhan Çakıroğlu, MHP Gençlik Kolları üst düzey yöneticisi Kazım Ayaydın’ın faşist saldırılara hız verdiler.
Kontrgerillanın sivil faşist çeteleri ön plana sürdüğü koşullarda, faşist terörün geri planında resmi devlet güçleri vardı. İ.Ü. polis noktası amiri Reşat Altay, 16 Mart Katliamı’nın bir numaralı sanıkları arasındadır. Topluca geldikleri üniversiteden yine topluca çıkarak ayrılan sol görüşlü öğrencilerin Süleymaniye yönünde çıkışını engelleyerek onları Beyazıt gönderen Reşat Altay, faşist katiller sol görüşlü öğrencilerin üzerine bomba atıp silahlarla taradıktan sonra adeta ellerini kollarını sallayarak oradan uzaklaşmalarına katkıda bulundu. Faşist katilleri izlemeye çalışan polislere “Durun… koşmayın!” emrini vererek, üstlendiği görevi layıkıyla yerine getiren Reşat Altay, daha sonraki yıllarda İst. Terörle Mücadele Müdür Yardımcılığı’na ve Niğde Emniyet Müdürlüğü’ne atandı. 16 Mart katliamına doğrudan katılan polis memuru görünümüyle kontrgerilla faaliyetlerini sürdüren polis Mustafa Doğan hakkında kendisinden bilgi isteyen İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesi’ne hemen hiçbir bilgi vermeyen Reşat Altay, M.Doğan’ın polislikten ayrıldığı yalanını ortaya atarak, gerekli belgeleri de gizlemiştir. Reşat Altay’ın gerçek kimliğinin ayrıntıları, Abdullah Çatlı gibi, Susurluk’ta açığa çıktı.
Katliam emrini verenleri yukarıya doğru izlediğimizde, faşist MHP’nin “Başbuğu” Türkeş gelmektedir. Faşist çeteye katliam emrini verenlerden kişi konumundadır. Bu gerçek de 16 Mart ile ilgili mahkemelerde ortaya çıkmasına karşın, Türkeş hakkında da hiçbir işlem yapılmadı.
70’li yıllardaki katliam emirlerinin nereden geldiğini bugün artık herkes biliyor. Kimi zaman tek tek, kimi zaman topluca sol görüşlüleri, -hatta sıradan insanları bile- kaçırarak işkenceli sorgulardan geçirerek bilgi almaya çalışan ve katlettikten sonra karton kutuların içerisine koyarak boş arazilere atan kontrgerilla güçleri, her siyasi cinayeti TİT, ŞİT, ETKO, gibi uydurma örgüt isimleriyle üstlendiler. Bu yöntemle, ezilen emekçi halk kitlelerini terörize etmeye, faşizm heyulasıyla korkutarak sindirmeye, pasifize etmeye çalıştılar.
16 Mart katliamının üzerinden nerdeyse bir asir geçti. Ancak katliamın gerçek sanıkları unutulmadı. Emekçi halklarımıza karşı kontr-gerilla taktiklerini uygulayarak ÜOD’li Sıddık Polat, Ahmet Hamdi Paksoy, Latif Aktı, Zülküf İsot, toplum polisi Mustafa Doğan gibi kontr-gerilla elemanlarını kullananlar, devletin en üst kademelerinde, on yıllardan beri sürdürdükleri katliamcılık kimliğinin gereklerini bugün de yerine getirmeye devam ediyorlar. Bugun Kürdistanda bunlar ve onlari yetistirnmeleri celatlar benzer katliyamlari duzenliyorlar…
Emekçi halklarımıza yönelik faşist saldırılarını sürdürenler belki bir süre daha utanılacak kimliklerini açıklayabilecekler. Ancak şunu herkes bilmektedir ki, devrimci güçlere karşı her türlü faşist yöntemi uygulayanlar, mutlaka hak ettikleri cezayı alacaklar.
16 Mart, 1 Mayıs, Maraş-Çorum-Sivas, 12 Mart Gazi, Kürdistan … katliamlarının emrini verenlerin bugün yargılanmıyor olması, kontr-gerillanın elebaşılarını sevince boğmamalıdır. Bütün katiller, işkenceciler gibi onlar da sosyalist adaletin yargılamasından kurtulamayacaklardir..,
Tüm devrim şehitleri gibi, 16 Mart şehitlerini de saygıyla anıyor, anıları önünde saygıyla eğiliyoruz. Mücadele cephesindeki onurlu yerleri insanlık tarihi boyunca taşınacak.
Onlar ölmediler yok,
ateş fitiller gibi
Dimdik ayakta,
barut ortasındalar !
Analar, onlar ayakta
Yukarı kalkık yumrukları
Doğan günün ortasında
Bu topraktan güler ölülerimiz…
Şerafettin Şirin, Sabit ERTÜRK, Tuncay GEYİK, Hasan ERKUŞ ve Mustafa Kemal İNAN’la birlikte Malatya dağlarında düşman güçleriyle çatışarak 18 Mart 1992’de ölümsüzleştiler…