ONLAR DEVRİMİN VE ADALETİN ONURU OLDULAR
“Bugün onların ölümü büyük bir kayıpsa, onların anıları bu kayıptan onlarca, yüzlerce defa büyük bir mirastır.” (Şaban Şen)
1992 Nisan’ıydı İstanbul’u kan kestiğinde. Tüm dünyada onların kavga ve mücadele sloganları yankılanmaktaydı. Faşizmin kuşatmasında dillerinde sloganları, ellerinde silahlarıyla kanlarının son damlasına kadar çatışarak faşizme korku saldılar.
Tüm ömürlerini halklarına, kavgaya adadılar. Faşizmin kuşatmasında son dakikaya kadar, devrimi nasıl daha onurla temsil edeceklerini düşündüler.
Onlar kavganın önderleri, kadroları, savaşçılarıydılar. Onlar Kızıldere’de, Ölüm Oruçlarında, onlar faşizmin kuşatmasında kanlarıyla devrim şiarı yazanların yoldaşlarıydılar. Onların bu cüretkar, inançlı duruşları savundukları ideolojiden, sosyalizm inancından besleniyordu.
Onlar tereddütsüz atıldıkları bu kavganın bedellerini en iyi bilenlerdi. Ancak faşizmin kuşatması altında, cellatların devrime, devrimci değerlere yönelik saldırıları karşısında onun savunucusu, başeğmez tereddütsüz davranışları, tüm devrim savaşçılarına ve halklarımıza umut oldu.
Evet, bugün tüm dünyada yaratılan değerlerimiz yok edilmeye çalışılıyor. Yaşanan tarihin, halkların dünden yarına umudu olan ve uğruna çokça bedeller ödenen ve daha da ödenecek, sosyalizm umudunun yok edilmeye çalışıldığı bugünkü koşullarda, şehitlerimizi sahiplenmek, onların açtığı yolda yürümenin yolu sosyalizm bayrağına daha sıkı sarılmaktan geçiyor. Kızıldere’den başlayan direniş geleneği, zindanlarda, darağaçlarında, dağlarda, sokaklarda kan bedeli, can bedeli giderek dalga dalga yayıldı. Kobani, Rojava devrimiyle umut daha da gelişti yaşamda hayat buldu. Bu umut bugün Sur, Cizre, tüm Kürdistan’da, barikatlarda zafere yürüyor. 16-17 Nisan’larda, 27 Nisan’larda emeğin bayramı 1 mayıs’lara dalga dalga yayılıyor…
Yaşadığımız koşullarda, bu destansı direniş geleneklerimiz üzerinde yeniden ayağa kalkarken, onların bizlere bıraktıkları mirası, devrettikleri bayrağı layıkıyla taşıma, daha yükseklere çıkarmanın biricik yolu, yükselen AKP/DAİŞ faşizmin halklarımıza dayattığı kölelik ve umutsuzluk karşısında, sosyalizm ideolojisine ve sosyalizm kavgasına daha bir sarılmak, sahiplenmekten geçmektedir.
Tüm bu vahşet karşısında dün olduğu gibi bugün de halkların kurtuluş ve bağımsızlık şiarının biricik yolu zora karşı zorla yani faşizmin şiddetine karşı devrimci şiddetle mümkündür. Gerek ülkemiz devrim mücadelesi, gerekse dünya devrim deneyleri bunu defalarca ortaya koymuştur.
Her devrim nasıl ki incelemeyi, araştırmayı gerektiriyorsa deney ve dersleriyle örneklik oluşturuyorsa, her çatışma, her direniş, sınıf kavgasında, mücadelenin gelişmesinde zengin araçlar işlevi görmektedir.
16-17 Nisan direnişi ve katliamı da, yarattığı değerlerle, nedenleri ve sonuçlarıyla, yitirdiğimiz şehitlerimizin devrimci yaşamları ve mücadelemize katkılarıyla, geleceğimizi şekillendirmemizde etkili olacak tarihi bir olaydır.
16-17 Nisan’ları anlamak, sahiplenmek, tereddütsüz halkların bağımsızlık, demokrasi, sosyalizm kavgasına daha sıkı sarılmaktır. Her türlü uzlaşmacılığa, reformizme, liberalizme karşı devrim bayrağını yükseltmektir. Bu ise, kendimizi sosyalizm ideolojisiyle daha iyi donatmak, eksik ve zaaflarımızı gidermek, sosyalizmi ete kemiğe büründürmekle mümkündür.
Devrim Şehitleri Ölümsüzdür
16- 17 Nisan şehitleri mücadelemizde yaşıyor
Sinan Kuku’lun Babası
Sinan’ı iki yönüyle tanırım. Babası olarak, öğretmeni olarak. Hepsinde de dürüst, sevecen, canayakın, yalana kaçmayan biri çıkar karşıma. Ortaokuldan sonra Yüksek Öğretmen Okulu’na gitti. Mezun olduktan 8 ay sonra Yozgat’a tayini çıktı. Bu arada liseyi de bitirip, İTÜ Makine Mühendisliği’ni kazandı. İyi bir mühendis olmak istiyordu. Araştırmayı severdi. Kafasına takılan her şeyi anında çözmek isterdi. Kendisine her yönüyle güveniyordum, çok yardımseverdi.
Teşekkürlük öğrenciydi. Öğretmenini iyi dinler, dersini az çalışırdı. Ama iyi bir öğrenciydi. Önü Trabzon Öğretmen Okulu’na gönderdim. Orada da takdir-teşekkür almış, gönderdiler bana. Son sınıftayken, okul birincisi olmuş, okul idaresi onu Yüksek Öğretmen Okulu’na göndermeye karar vermiş.
Sinan’a bol para gönderemedim. O bu kısıtlı olanaklarla bile yaşamasını bildi. Beni sıkıştırmadı, daha sonra ortak hesap açtık. Sıkıştığında kullanması için hesaba bol para yatırmıştım. Ama o yine aynı oranda kullandı parayı. Zaten paraya değer vermezdi. Sinan’a bütçemden düşen payı gönderiyordum, Sonra burs kazandı. Ben de biraz azalttım.
12 Eylül’den önce gözaltına alındı. İşkence gördüğü her halinden belliydi. Savcılığa çıkartıldığında görüştük. Orada sigara ikram ettim. Almak istemedi. Yanımda içmek istemiyordu. Israr ettim. Sigarasını yakıp verdim. Benim amacım Sinan’ın reflekslerini ölçmekti. Fena hırpalanmış, yorgun ve işkence görmüştü.
İşkenceden sonra 6 Eylül’de yanıma geldi. Kucaklamak istediğimde kaburgalarının kırık olduğunu anladım. Siyasi polise götürüp, taşla vurarak dört kaburgasını kırmışlar. Yoğun falaka sırasında falaka ipleri ayak bileğinde 2-3 milimlik derin izler bırakmış. Gitmemesini söyledim ama gitti.
Sinan cezaevinde çok badireler atlattı. Açlık grevlerine girdi. Bu açlık grevlerinden birinde mide kanaması geçirdi. Bir operasyonda tazyikli su sıktılar, kafasına kalasla, vurdular. Kafası yarıldı. Dört dikiş atıldı. Küçük parmağı kırılmış. Askerler dipçikle dövmüşler. Hastaneye yetiştirilmese kan zehirlenmesinden gidecekmiş.
Tarih generalleri haksız çıkardı. 1971’de idam edilen üç gencin yargılanmaları bugün tartışılıyor. Çok bahsedilen ‘hukukun üstünlüğü’ nedir, var mıdır? Madem demokrasi var diyorlar, neden Sinan’ı katlettiler. Biz bu adamlar karşısında haklarımızı arayamıyoruz. Hukuk da onlarda, para da, silah da, yalan da. Örneğin Hürriyet gazetesiyle yaptığım röportaj öyle çarpıtılmış ki, söylemediğim sözler yan yana dizilmiş. Ben orada Sinan’ı anlattım. Yayınlamadıkları gibi, yalanla doldurmuşlar. Sormak istiyorum, dağıldı gitti diyorlar her gün komünizm için. Peki niçin korkuyorlar?
Benim üzüldüğüm Sinan’ın katledilmesi değil… Biliyorum ne Sinan’lar katledildi, ne Sinan’lar katledilecek. Sinan’ı öyle büyütmüşler ki, katletmekten başka çare bulamadılar. Sinan’ı katlederek olayları durduracaklarını sandılar. Oysa ideolojilerde kişilerin yok olması ideolojinin yok olması anlamına gelmez. Bu düşünce nesilden nesile aktarılmıştır.
Sinan’ı katlettiler. Şimdi her yerde en az beş Sinan doğdu.
Musa Kukul (Babası)